dostluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dostluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2009 Cuma

KIRKINA YAKLAŞIRKEN AÇILAN PENCERE

    
       İnsan, kırkına yaklaşırken, bugüne kadar bakmadığı bir pencereden bakıyor yaşama. Gençken önünde açılan pencere hayallerle süslenmiş, renk renk çiçek bahçeleri gibi duruyor karşısında.
       Ve sen; sana muhteşem tatlar, kokular sunan bir dünyada buluyorsun kendini. Bu muhteşem tatlar ve kokularla uyuşuyor bilincin. Acıların, kırılmaların ne kadar büyük olsa da öylesine duyumsuzsun ki, eşik ötesine taşıyorsun bu türden duygularını. Zaman zaman, “Ben buradayım,” diye kaldırsalar da başını, aldırmıyorsun. Sana hafif geliyor. Gençsin, kuvvetlisin, ölümün adını bilsen de Kafdağı kadar uzakta olduğunu düşünüyorsun. Öylesine bir sarhoşluk ki yaşadığın, ölümsüzlük iksirini elinde sanıyorsun.
       Hedeflerin büyük, yapmak istediklerin çok ve sen, hoyratça harcıyorsun sana sunulan tüm sevgileri. “Nasıl olsa yenileri gelir,” diye düşünüyorsun. Kırdığın dost kalpleri bir kutuya hapsediyor, yaşadığın her acıyı, her sevinci bir kenara yazıyorsun. “Bir gün tekrar okurum,'' diye düşünüp bırakıveriyorsun yaşam ırmağının kıyısına. Çoğu hedefine ulaşıyorsun. Yapmak istediklerinin çoğunu yapıyorsun. Başarmak istediğini başardığında, listene yeni hedefler ekliyorsun.
       Önünde sonsuzluğa uzanıyor yaşam. Onu, öyle uçsuz bucaksız görüyorsun ki, korkmadan yürüyorsun. Sırtında taşıdığın çuvala, her gün gördüğün, yaşadığın ne varsa dolduruyorsun. Yükün hafif, sen kuvvetlisin. Daha başındasın yolun. Çuvalına koyduğun her bir avuç tecrübe, her bir gram sorumluluk, insan olmayı öğretiyor sana. Öğrendiğin her bilgiyi, yaşama ve insana dair bulduğun ne varsa atıyorsun çuvalına. Ayıklamadan doğruyu ve yanlışı, biriktiriyorsun. Yaşadığın her an, her saniye gram gram dolarken çuvalına, dönüp bir bakıyorsun ki, yolun ortasındasın. Yükün olabildiğince ağır. Ayıklamadan biriktirdiğin doğrular, yanlışlar, günahlar ve sevaplar çoğalmış. “Keşke,” diyorsun, “Bana sadece yararlı şeyleri alsaydım; acıları, hataları, kötüleri ayıklasaydım.” Ama artık sen yolun ortasındasın. Sırtında taşıdığın çuval oldukça ağır, kuvvetin azalmış, yolun sonunu görüyorsun önünde.
      Arkana dönüp bakıyorsun, yalancı bahçe içinde renk renk hayaller. Kokusuyla, tadıyla, ışığıyla gençliğini görüyorsun orada. Elini uzatıyorsun, erişemiyorsun. Yıllarca umutla avuçlarında taşıdığın, ölümsüzlük iksiri sandığın, meğer bir kum saatiymiş. Oysa sen, o yalancı bahçede yalancı nimetleri tadarken; sarhoşken zevkten neşeden, her bir adımında binlerce adım geride bırakmışsın yaşamı. Sen, sarhoşken genç, gençken sarhoşmuşsun. Öylesine uyuşmuşsun ki, acılar çok acıtmamış canını. Öylesine uymuşsun ki, hissetmemişsin kanayan yaranı. Ayılıp yolun ortasına geldiğinde; yükün ağır, bedenin yorgun. Ölümsüzlük iksiri sanarak elinde tuttuğun kum saatinde, her nefesinde tükeniyor zaman. Zaman içinde zaman öğütüyor sevimli oyuncağın.
       Önünde açılan başka bir pencere şimdi. Artık dünyaya başka bakıyorsun. Görünce yaşlı birini, için yanıyor, acıyorsun. Kaç gün, kaç ay, kaç yıl daha yaşar, yüzü kaç yaşanmışlık izi taşır, sayıyorsun. Yaşamın rengi, bu pencereden griye çalıyor. Seviyorsun bu griyi, barışıyorsun kendinle.
       İnsan, kırkına yaklaşırken, ayık kafayla bakıyor yaşama. Özüne dönüyor, biliyor kendini. Çırılçıplak yargılıyor insansı duyguları, içsel duyumlarını. Vefa arıyor bu yaşta insan, dost arıyor. Sahte dünyalardan arınmış, sahte sevgilerden yorulmuş oluyor.
       İnsan, kırkına yaklaşırken, durulmuş oluyor. Dörtnala giden yaşamın arka bacağına tutunmuş sürüklenirken, itiraz hakkının olmadığını biliyor.
       Mademki yaşamı durdurmak elinde değil, mademki yaşam seni hangi durakta bırakacak bilmiyorsun, o zaman kabulleniyorsun. Aynada sana bakan aksinle kavga etmekten vazgeçip, yüzündeki çizgilerle dost oluyorsun. Durgunsun alabildiğince, dinginsin, olgunsun. Önceden kızdığın, hop oturup hop kalktığın, şimdi dudaklarına yerleşmiş içten bir gülümseme.


25 Aralık 2006
Nuriye Zeybek

25 Kasım 2009 Çarşamba

suya düşen kir





ölüm replikleri sahne ötesi
yaşam oyununun perdesi zaman
kırlangıç yağmurları öğütür mevsim
“it ürür, yürür kervan”

zehir zıkkım, cadı iksiri kanar dudağım
uykulu gözlerim gök mavi safir
onur öykülere sürgün
hak, hukuk hakir

karanlığıma sarmaş dolaş düşse de iki damla çiy
süt beyaza öykünür masallarım

masumiyet sokağında buğu tüter suçluluk
saldırgan iştaha sunulur bikir
devasa anıtlara kazınsa da saygınlık
öz benlik fakir

saklı sarnıcında ruh yaralar ruh
kendi ekseninde ikiyüzlü dostluk
insan insana kir

çığlıklarım su yüzüne düşen kan
duygu havanında dövülür ezgi
dilimde es.kir
nemrut çarmıhlara asılır la
bir majör bemol yaratır hükümran
binlerce minör diyez fa.kir

ciğerler dolusu çoğullanır çirkef
hangi sabun temizler karayı
ucube kalem izlerini hangi peş.kir
aymaz ağızlarda yalanla çiğnense de yakamoz
suskun su bakir

soluk soluğa talan
kusmuk kusmuğa zikir
alın yüz arası körlük
algısız fi.kir
kir… kir…

suskuma aldanmasın akbaba
güle, bülbüle inat
anka kanatlarımda taşıyorum aşkı, kafdağı’ma
kafdağı’m yalnız değil…


19 ağustos 2009
nuriye zeybek


Yazar, romanından etkilenerek dizelediği duygularını, gene romanıyla aynı adı taşıyan şiirinde somutlaştırmıştır. Yazarın yetkin kaleminin izlerini taşıyan bu şiir, Ortanca Aylık Sanat ve Edebiyat Dergisi’nin 22. Sayısında yayınlanarak, şiir severlerle buluşmuştur. (Kasım 09)