yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Şubat 2011 Pazartesi
biraz sonbahardınız
biraz sonbahardınız
biraz sonbahardınız
ne çok severdiniz harami rüzgârları
güz gülleri açarken gamzeler
yeşile yasaklı dallarınız
yaprak dökerdi en kuytunuza
bir bulut saklardınız gözlerinizde
hüzünlü şarkı gibi
yağardınız geceye
güneylere meylederken
ne çok hazana tutukluydu ayaklarınız
gezinir dururdunuz arka bahçemde
turnalar göçerdi düşlerimden
veda yorgunu gülüşünüzde bin bir sitem
eteklerine rüzgâr toplayan kadınlar
biraz fesleğen kokardınız
yüzünüz dört mevsim hüzün
anaydınız
kadınlığı yağmalanan
annem kadar cesur
ablam kadar yenik
asi değildiniz benim kadar hiç biriniz
sabrı kundak yapıp
yoksul gölgenizde
sevgiye aç bebeler emziren
gözleri bahar elleri çiğdem
tomurcuk memede umuttunuz
sadık yârdiniz
toprak kadar tanıdık
yokmuş gibi yaşardınız
sürgün yüreklerde
dişleri acıya milyon kez sıkılmış
otayamadığım yara
şiryanda kuruyan kandınız
namustunuz
namert diline perdesiz ev oldunuz
milyon kez
alnımın ortasında vuruldunuz
küfür küfür savruldunuz ahraz dağlara
kadındınız
kendi tenine yabancı
dilsiz ağıttınız
kına kokan türkülerde
saçlarınıza mevsimsiz düşen kırağı
tüm zamanlara mühürlü dudaklarınız
kırık aynalarda parçalarken yüzümü
ne çok batardınız can evime
biraz sonbahardınız
benim gibi
sapsarı susardınız
kifayetsiz şiirlerde
-şimdilerde toprak da ihanet eder oldu kendi özüne-
14 şubat 2011
nuriye zeybek
11 Aralık 2009 Cuma
KIRKINA YAKLAŞIRKEN AÇILAN PENCERE
İnsan, kırkına yaklaşırken, bugüne kadar bakmadığı bir pencereden bakıyor yaşama. Gençken önünde açılan pencere hayallerle süslenmiş, renk renk çiçek bahçeleri gibi duruyor karşısında.
Ve sen; sana muhteşem tatlar, kokular sunan bir dünyada buluyorsun kendini. Bu muhteşem tatlar ve kokularla uyuşuyor bilincin. Acıların, kırılmaların ne kadar büyük olsa da öylesine duyumsuzsun ki, eşik ötesine taşıyorsun bu türden duygularını. Zaman zaman, “Ben buradayım,” diye kaldırsalar da başını, aldırmıyorsun. Sana hafif geliyor. Gençsin, kuvvetlisin, ölümün adını bilsen de Kafdağı kadar uzakta olduğunu düşünüyorsun. Öylesine bir sarhoşluk ki yaşadığın, ölümsüzlük iksirini elinde sanıyorsun.
Hedeflerin büyük, yapmak istediklerin çok ve sen, hoyratça harcıyorsun sana sunulan tüm sevgileri. “Nasıl olsa yenileri gelir,” diye düşünüyorsun. Kırdığın dost kalpleri bir kutuya hapsediyor, yaşadığın her acıyı, her sevinci bir kenara yazıyorsun. “Bir gün tekrar okurum,'' diye düşünüp bırakıveriyorsun yaşam ırmağının kıyısına. Çoğu hedefine ulaşıyorsun. Yapmak istediklerinin çoğunu yapıyorsun. Başarmak istediğini başardığında, listene yeni hedefler ekliyorsun.
Önünde sonsuzluğa uzanıyor yaşam. Onu, öyle uçsuz bucaksız görüyorsun ki, korkmadan yürüyorsun. Sırtında taşıdığın çuvala, her gün gördüğün, yaşadığın ne varsa dolduruyorsun. Yükün hafif, sen kuvvetlisin. Daha başındasın yolun. Çuvalına koyduğun her bir avuç tecrübe, her bir gram sorumluluk, insan olmayı öğretiyor sana. Öğrendiğin her bilgiyi, yaşama ve insana dair bulduğun ne varsa atıyorsun çuvalına. Ayıklamadan doğruyu ve yanlışı, biriktiriyorsun. Yaşadığın her an, her saniye gram gram dolarken çuvalına, dönüp bir bakıyorsun ki, yolun ortasındasın. Yükün olabildiğince ağır. Ayıklamadan biriktirdiğin doğrular, yanlışlar, günahlar ve sevaplar çoğalmış. “Keşke,” diyorsun, “Bana sadece yararlı şeyleri alsaydım; acıları, hataları, kötüleri ayıklasaydım.” Ama artık sen yolun ortasındasın. Sırtında taşıdığın çuval oldukça ağır, kuvvetin azalmış, yolun sonunu görüyorsun önünde.
Arkana dönüp bakıyorsun, yalancı bahçe içinde renk renk hayaller. Kokusuyla, tadıyla, ışığıyla gençliğini görüyorsun orada. Elini uzatıyorsun, erişemiyorsun. Yıllarca umutla avuçlarında taşıdığın, ölümsüzlük iksiri sandığın, meğer bir kum saatiymiş. Oysa sen, o yalancı bahçede yalancı nimetleri tadarken; sarhoşken zevkten neşeden, her bir adımında binlerce adım geride bırakmışsın yaşamı. Sen, sarhoşken genç, gençken sarhoşmuşsun. Öylesine uyuşmuşsun ki, acılar çok acıtmamış canını. Öylesine uymuşsun ki, hissetmemişsin kanayan yaranı. Ayılıp yolun ortasına geldiğinde; yükün ağır, bedenin yorgun. Ölümsüzlük iksiri sanarak elinde tuttuğun kum saatinde, her nefesinde tükeniyor zaman. Zaman içinde zaman öğütüyor sevimli oyuncağın.
Önünde açılan başka bir pencere şimdi. Artık dünyaya başka bakıyorsun. Görünce yaşlı birini, için yanıyor, acıyorsun. Kaç gün, kaç ay, kaç yıl daha yaşar, yüzü kaç yaşanmışlık izi taşır, sayıyorsun. Yaşamın rengi, bu pencereden griye çalıyor. Seviyorsun bu griyi, barışıyorsun kendinle.
İnsan, kırkına yaklaşırken, ayık kafayla bakıyor yaşama. Özüne dönüyor, biliyor kendini. Çırılçıplak yargılıyor insansı duyguları, içsel duyumlarını. Vefa arıyor bu yaşta insan, dost arıyor. Sahte dünyalardan arınmış, sahte sevgilerden yorulmuş oluyor.
İnsan, kırkına yaklaşırken, durulmuş oluyor. Dörtnala giden yaşamın arka bacağına tutunmuş sürüklenirken, itiraz hakkının olmadığını biliyor.
Mademki yaşamı durdurmak elinde değil, mademki yaşam seni hangi durakta bırakacak bilmiyorsun, o zaman kabulleniyorsun. Aynada sana bakan aksinle kavga etmekten vazgeçip, yüzündeki çizgilerle dost oluyorsun. Durgunsun alabildiğince, dinginsin, olgunsun. Önceden kızdığın, hop oturup hop kalktığın, şimdi dudaklarına yerleşmiş içten bir gülümseme.
25 Aralık 2006
Nuriye Zeybek
2 Aralık 2009 Çarşamba
ardından
sen gittin
bir şehir yanıp kül olurken ardından
ben buz tutmuş nehir gibiyim
renklerim dondu
bugün ellerimi koyacak yer bulamıyorum
parmaklarımdan yokluğun akıyor
sahi ne işe yarardı ellerim
şimdilerde daha çok tütüne kokuyor
öyle özledim ki gözlerini
baktığım her yer
tepeden tırnağa kahverengi
sen gittin
şimdi gözyaşlarım kadar saydam
kaldırıma bıraktığım ayak izleri
bu kadar anlamsız mıydı bu şehir
bu evler, arabalar, insanlar
zamanın yonttuğu hayatlar
köhne sokaklardan geçiyorum
ayaklarımı acıtarak
sensizlik sağıyorum bulutlardan
sen nerdesin sevgili
sen gittiğin günden beri
içime kanıyorum
en gülen yüzümü giyinip
gülüşler basıyorum acılarıma
sen geliyorsun aklıma
bölünüyorum
sen gittin
demirden koza örüyor yalnızlık etrafıma
bir adım kala umuda geri dönüyorum
hadi gel diyeceğim
sinsi gurur duruyor boğazıma
şimdi diyorum
kara bir taş gerek bana
iz bırakmak için bağrıma
nuriye zeybek
bir şehir yanıp kül olurken ardından
ben buz tutmuş nehir gibiyim
renklerim dondu
bugün ellerimi koyacak yer bulamıyorum
parmaklarımdan yokluğun akıyor
sahi ne işe yarardı ellerim
şimdilerde daha çok tütüne kokuyor
öyle özledim ki gözlerini
baktığım her yer
tepeden tırnağa kahverengi
sen gittin
şimdi gözyaşlarım kadar saydam
kaldırıma bıraktığım ayak izleri
bu kadar anlamsız mıydı bu şehir
bu evler, arabalar, insanlar
zamanın yonttuğu hayatlar
köhne sokaklardan geçiyorum
ayaklarımı acıtarak
sensizlik sağıyorum bulutlardan
sen nerdesin sevgili
sen gittiğin günden beri
içime kanıyorum
en gülen yüzümü giyinip
gülüşler basıyorum acılarıma
sen geliyorsun aklıma
bölünüyorum
sen gittin
demirden koza örüyor yalnızlık etrafıma
bir adım kala umuda geri dönüyorum
hadi gel diyeceğim
sinsi gurur duruyor boğazıma
şimdi diyorum
kara bir taş gerek bana
iz bırakmak için bağrıma
nuriye zeybek
25 Kasım 2009 Çarşamba
şeytan uçurtması
ucube şeytan uçurtmaları sardı
gökyüzünü
karanlık gölgelerinde güneşim rehin
karabasan gibi çöktüler üstümüze
gri siyah ve çirkin
gidin diyorum
gidin
boğdunuz renklerimi
gökkuşağımı geri verin
şimdi koloniden kovulan arı gibi tekim
rüzgâr onlardan yana
ama bilmiyorlar
hemen şu dağın ardında
binlerce bahar gözlü çocuk
aydınlık sağıyor anaların memelerinden
ve gümüş kanatlı binlerce ak güvercin
umutla besleniyorlar
duyuyorum seslerini
güçlü
inanmış
ve emin
yürüyorlar
ışıklı izler bırakarak yarınlarına
15 mayıs 2009
nuriye zeybek
Bu şiir, "Şiirkolik Şiir Sitesi"nde 20.05.2009 tarihinde günün şiiri seçilmiştir.
gökyüzünü
karanlık gölgelerinde güneşim rehin
karabasan gibi çöktüler üstümüze
gri siyah ve çirkin
gidin diyorum
gidin
boğdunuz renklerimi
gökkuşağımı geri verin
şimdi koloniden kovulan arı gibi tekim
rüzgâr onlardan yana
ama bilmiyorlar
hemen şu dağın ardında
binlerce bahar gözlü çocuk
aydınlık sağıyor anaların memelerinden
ve gümüş kanatlı binlerce ak güvercin
umutla besleniyorlar
duyuyorum seslerini
güçlü
inanmış
ve emin
yürüyorlar
ışıklı izler bırakarak yarınlarına
15 mayıs 2009
nuriye zeybek
Bu şiir, "Şiirkolik Şiir Sitesi"nde 20.05.2009 tarihinde günün şiiri seçilmiştir.
gölgeler
anne
bir dönem mağrur
ve dik başlı alevlerle
yandı kitaplar
karartma günlerinin izbe sokaklarında
düşünceler hüküm giydi
hükümsüz zamanlarda
güvercin kanatlarına mühür de vuruldu
oysa hiçbir güvercin uçmadan yapamazdı
değil mi
biliriz kaç karanfil soldurdu darağaçları
urganlara kaç ayıp asıldı
kaç şafak ağladı kızıl gözyaşlarıyla
ben hiç bu kadar korkmamıştım
sinsice sokulan karanlıktan
ellerini ver anne
o zaman da yoksuldu çocukların düşleri
ama yine de ekmek kavgası kadar
onurluydu yaşamak
yaşamak bir çınar gibi
gölgeleyerek ayrıkotlarını
ve ölmek bir bıçak gibi kesip
bir yerinden hayatı
biz hiçbir zaman yel değirmenlerine yenilmedik
gül açtık kanadığımız yerden
bir de türkülerimiz vardı
baston gibi dayandığımız
biz hiçbir zaman umutsuzluğa devrilmedik
azığımızda bir tutam ışık vardı hep
kara günler için inancımız vardı
göğüs boşluğumuzda büyüttük bir bebek gibi
susadıkça su verdik
yeşerttik
hadi şimdi anlat bana anne
kim bunlar
ben hiç bu kadar korkmamıştım
kimliksiz gölgelerden
16 mayıs 2009
nuriye zeybek
bir dönem mağrur
ve dik başlı alevlerle
yandı kitaplar
karartma günlerinin izbe sokaklarında
düşünceler hüküm giydi
hükümsüz zamanlarda
güvercin kanatlarına mühür de vuruldu
oysa hiçbir güvercin uçmadan yapamazdı
değil mi
biliriz kaç karanfil soldurdu darağaçları
urganlara kaç ayıp asıldı
kaç şafak ağladı kızıl gözyaşlarıyla
ben hiç bu kadar korkmamıştım
sinsice sokulan karanlıktan
ellerini ver anne
o zaman da yoksuldu çocukların düşleri
ama yine de ekmek kavgası kadar
onurluydu yaşamak
yaşamak bir çınar gibi
gölgeleyerek ayrıkotlarını
ve ölmek bir bıçak gibi kesip
bir yerinden hayatı
biz hiçbir zaman yel değirmenlerine yenilmedik
gül açtık kanadığımız yerden
bir de türkülerimiz vardı
baston gibi dayandığımız
biz hiçbir zaman umutsuzluğa devrilmedik
azığımızda bir tutam ışık vardı hep
kara günler için inancımız vardı
göğüs boşluğumuzda büyüttük bir bebek gibi
susadıkça su verdik
yeşerttik
hadi şimdi anlat bana anne
kim bunlar
ben hiç bu kadar korkmamıştım
kimliksiz gölgelerden
16 mayıs 2009
nuriye zeybek
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)