hüzün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hüzün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
30 Nisan 2011 Cumartesi
erik ağacı
erik ağacı
zamansız mevsim sarmalında
nöbetleşe yokluyordu hüzün
bir erik ağacı üşüdü
bir de ben bugün
bende uykusuz yeşeren düşler vardı
onda erkenci tomurcuk
uzaklarda dokuz boğumdu ayrılık
gözyaşı dokuz düğüm
bir erik ağacı ağladı
bir de ben bugün
yürüdüm kördüğüm umarsızlığa
ardımda uzayan virane gölgem
yılgın omuzumun ahı yabanı
kendi ağırlığında ezilen gövdem
buz yontuyordu ıslığım
dudağımda dem tadı
sokak çıkmazında ıslaktı kaldırım
avlağında can kovalıyordu ölüm
bir erik ağacı kurudu
bir de ben bugün
o kar dökümlü dallarına yandı
ben yâr yükümlü sevdalara
-hasretime kızıl yağdı çiy kırıkları-
nuriye zeybek
27.04.2011
(yeniden düzenleme)
21 Şubat 2011 Pazartesi
biraz sonbahardınız
biraz sonbahardınız
biraz sonbahardınız
ne çok severdiniz harami rüzgârları
güz gülleri açarken gamzeler
yeşile yasaklı dallarınız
yaprak dökerdi en kuytunuza
bir bulut saklardınız gözlerinizde
hüzünlü şarkı gibi
yağardınız geceye
güneylere meylederken
ne çok hazana tutukluydu ayaklarınız
gezinir dururdunuz arka bahçemde
turnalar göçerdi düşlerimden
veda yorgunu gülüşünüzde bin bir sitem
eteklerine rüzgâr toplayan kadınlar
biraz fesleğen kokardınız
yüzünüz dört mevsim hüzün
anaydınız
kadınlığı yağmalanan
annem kadar cesur
ablam kadar yenik
asi değildiniz benim kadar hiç biriniz
sabrı kundak yapıp
yoksul gölgenizde
sevgiye aç bebeler emziren
gözleri bahar elleri çiğdem
tomurcuk memede umuttunuz
sadık yârdiniz
toprak kadar tanıdık
yokmuş gibi yaşardınız
sürgün yüreklerde
dişleri acıya milyon kez sıkılmış
otayamadığım yara
şiryanda kuruyan kandınız
namustunuz
namert diline perdesiz ev oldunuz
milyon kez
alnımın ortasında vuruldunuz
küfür küfür savruldunuz ahraz dağlara
kadındınız
kendi tenine yabancı
dilsiz ağıttınız
kına kokan türkülerde
saçlarınıza mevsimsiz düşen kırağı
tüm zamanlara mühürlü dudaklarınız
kırık aynalarda parçalarken yüzümü
ne çok batardınız can evime
biraz sonbahardınız
benim gibi
sapsarı susardınız
kifayetsiz şiirlerde
-şimdilerde toprak da ihanet eder oldu kendi özüne-
14 şubat 2011
nuriye zeybek
4 Ocak 2011 Salı
mor hüzün
mor hüzün
mor bir hüzün indi karakış akşamına
kendi alevlerinde üşüdü ateş çiçekleri
zangoçları yorgun çanları suskun uzak kulelerin
sisli sokak lambalarına asılan ışığım donuk
şehrin yalnızlığına gömülü çocuksu yüreğim
kar duvaklı çatılarda gri bulutlar gibi çoğalan
serçeler
ürkek ve telaşlı alıp başlarını nerelere gittiler
maziden topladığım çileli yollar
binlerce kez yaşanmış ömür kadar kaygan
ruhum kadar kırılgan dökülüyor gözlerimden
-tanıdık yangınları yoklayan sol yanım
kül olmayı da öğrenir elbet-
zaman girdabında boğulan bu kaçıncı düş
bu kaçıncı bahar
buz kırığı sularda titreyen salkım söğüt gölgesi
yoksa seni de mi dallarından vurdular
küf kokulu korunağında zehir biriktiriyor
geceye akrep
kurşun gibi hayal kırığı döküyor umuda
son mevsimde son tufan
ilk değil kutsal bağımdaki bu yağma
bu harami vurgun ilk değil
şimdi çok uzağındayım mutlu coğrafyanın
müzmin yarayım batık kentin kuytularında
gayrı dört yanım çalkantılı deniz
ah düşlerim
yok olmayı çok mu istediniz
31 aralık 2010
nuriye zeybek
21 Haziran 2010 Pazartesi
haziran
sardunyalar rengine dargın bu yaz
kiraz kendi tadına
ne zaman ağlamaklı olsam
intihar döküyor bulutlar
suyum bulanık
toprağım balkan
durulmuyor içimdeki kasırga
biraz daha geriye düşüyorum her adımımda
şehir aynı şehir ben aynı şair
dudağımda küf tutan
sevdaya dair bir dize
sözleri yitik
hatırlamak zor
ne zaman ağzımı açsam
meçhul bir dilenci kovuluyor sokaklardan
yanlışlara açılıyor tüm kapılar
adım atsam kendisi olacağım yanlışın
ne tuhaf
is kokuyor ellerim
uyusam karabasan
uyansam dört bir yanım bezirgân
kim koydu yastığımın altına bu çocuk cesetlerini
başımı koysam
şakaklarımda ölümün parmak uçları
saçları barut
gözleri şarapnel
dilleri ağıt
ne yana dönsem tenime saplanıyor
günahın çığlıkları
biri kapatsa şu ışıkları
uyusam...
unutup ihtirasını
yuttuğu insanlığı geri verse kötülük
uzak diyarlarda bir bebek doğsa
adını barış koysam
mutluluk mavisine boyansa gökyüzü
yoksul kokmasa sardunyalar
tepeden tırnağa dalları bassa kiraz
gece gözlerinden dökülsem yakamoz denizine
yıkansam biraz
...ve uyansam başka bir güne
yeni rengin özgürlük olsa haziran
18 Haziran 2010
Nuriye Zeybek
14 Aralık 2009 Pazartesi
düş dönümleri

zeytin yeşili düş dönümlerinde
ida`nın gölgesi yürür gecelerime
çiğdemli yamaçlarıma vurur
tanrıça şarkıları
yakamoz gülüşlü antik kent uğultusunda
zamansızlığın kucağına doğar afrodit
sancılı köpük çığlığı yudumlar
sensiz kumsalım
başıbozuk deli bir rüzgâr gelir
temmuz akşamlarından
gün sızımı adını fısıldar kulağıma
tenime dökülür sızım sızım
yakınsızım
can sızım
deniz soluklu vurgunluğun
binlerce kez yoklar yüreğimi
kırılgan bir yıldız kopar
karanlığın rahminden
pusarık anılar demlenir çayımın buğusunda
bardağımda gülümser ay haleli gözlerin
yanık ege türküleri sarıp yaralarıma
kekremsi hüzünlerini içerim
körfez düşlerimin
mavi dalgalarla gelir özlem
yağmacı taşkında boğulur kirpiklerim
hayalin titrer mum ışığında
ellerin nerde sevgilim
14 aralık 2009
nuriye zeybek
2 Aralık 2009 Çarşamba
eylülün görkemi
eylülün görkemi
her eylül sinsice iner hüzün
bir yağmur damlasında
ayaklarımı ağlatırken ıslak toprak
ben mantar gibi yalnızlık çoğaltırım
kehribardır kirpiğime bulaşan
duygularımsa kanlı eylem peşinde
katledilmiş gülüşler
dudak kıvrımında kanar
usulca
ölümün rengi acep sarı mı ola
neden sokulur böğrüme gidenlerin acısı
tam bu noktada tınısı bozuk bir arya
yükselir yüreğimden
göğün karnına saplanır gri bir keder
ve başlar üzerime yağmaya gri sağanaklar
jilet gibi bir of fırlar dilimden
doğrar görke dağları
ne var bu eylülde bilmem
ağaç dipleri gizli gömüttür
ve her gömüt bir ayrılığa örtülür
ne çok ayrılıklar biriktirmişim eylüle özel
memleketi de eylülde terk etmiştim ben
o gün bu gündür bir of derim
ağlar görke dağlarım
bir kızım daha olsaydı adını eylül koyardım
teni sonbahar kokardı
rüzgâr tarardı saçlarını
o rüzgâra koşardı
süt gibi ak olurdu alnı
ıslak bir bulut saklardı gözlerinde
eylül gibi görkemli bakardı
yine eylülün görkemi sarıyor yaprakları
kiraz mevsimine ne kadar da uzağım şimdi
güneş korkak dokunuyor saçlarıma
yürüyorum, sarı gölgeler bırakarak
ardımda
ne var bu eylülde bilmem
kırlangıçlara ağıt yakıyor ağaç kovukları
bir öksüzlüğüme bakıyorum
bir kırlangıç katarlarına
avuçlarımda yine günü geçmiş selamlar
biriktiriyorum... üşüyorum
tenimde eylül sonatları
15 eylül 2008
nuriye zeybek
26 Kasım 2009 Perşembe
şair sustu
sustu şair
şiirler sustu
hor bakıyorsa kalem parmağa
susmalıydı belki
oysa ne çok anlatacak şey vardı çocuklara
o gözleri bahar çocuklara
güvercinler vuruluyor arka bahçende
kurşunun elinde adresi
yılanlar sokuyorsa düşlerini
nevruz ateşine har olur mu şiirler
bağır bağırabildiğince dipsiz kuyulara
geceler dilsiz, duvarlar sağırsa
kim duyar seni
sus şair sus
susmalısın belki
hançerde kurumuş kan var
kanda ihanetin parmak izi
ağıtla karılıyorsa kınalar
ah şair ah
dikiş atar bu yaralar
alıcı kuş gibi döner durur kara yazgı
kaç başı götürür bumerang
uzaklarda bir ana ağlar
bir ananın gelini ağlar
kan yağar duvaklara
onca mezar nereye sığar şair
onca mezar nereye sığar
yürekler yangın yeri
hangi dağın karı söndürür bu ateşi
namlunun gölgesinde büyüyorsa çocuklar
sus şair sus
susmalısın belki
tetikle parmak arasına sıkışmış kardeşlik
ve yer altında sızım sızımsa kemikler
toprak kana doymuşsa, kusuyorsa fazlasını
ay tutulmuşsa
ve yıldızlar şakır şakır dökülürse dehşetinden
siper olamıyorsa ölüme şiirler
sus şair sus
susmalısın belki
nasıl anlatılır gözleri bahar çocuklara
ölümün üstünü kapatmaz bu şiirler
sandıktan taşan kanlı gömlekler
anaların bağrındaki taş gibi
sus şair sus
susmalısın belki...
...ve şair sustu
sustu şiirler
hor bakıyorsa kalem parmağa
haykırmalıydı belki
03 mart 2008
nuriye zeybek
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)