20 Aralık 2011 Salı

nayino (2)


















nayino (2)


dağlar nayino
bu dağlar bizim
doruklarında başıboş rüzgâr
dudaklarında yaralı çığlık
bu keskin ağıt bizim
bizim dua yılgını eller
umuda aralık pencerelerde parçalanmış
bu düşler bizim

oysa savaşsız-silahsız
kurşun askerleri olmalıydı çocukların
öbek öbek güvercinler havalanmalıydı
kına kokan gelinlerin türkülerinde
anaların gamzeleri gül açmalıydı
kucakları yediveren

yeşili katledilmemiş bir koy nayino
kumsalın koynunda uyuyan bir deniz
berrak… mavi… temiz…
dalgası sen
köpüğü ben
umutları biz
ve kar beyazı bulutları olmalı
mecnun’dan daha mecnun
leyla’dan daha vurgun
elleri yar
bakışları uçurum
kükreyişi tanrısal ıslık

gözlerim yusuf’un kör kuyusu nayino
nereye baksam züleyha
hangi yana dönsem ihanet saplanıyor tenime
karbonmonoksit soluyan gecelerde
siyanür sızan uykulardan uyanıyorum
zehir kusuyor akrep günüme
saati dövüyor yelkovan
üstüm başım kırık an
bir tarih yıkılıyor üstüme
altından kalkamadığım ömür
say ki ateşe verilmiş orman
devrilmiş bir ağacım gölgesizliğime
dalım budağım zifiri isyan

militan bir şiir düşüyor sabahın körüne
yel değirmenlerine saldırıyor enez imgeler
çürük nefesini düğümlere üfürüyor büyücü
satılık ruhlar bedesteninde pazarlıktayken şeytan
masumiyetin kanı sıçrıyor kırık ayna yüzüne

biz nerede bıraktık umudun elini
neden taş kesildik taşa çalan yüreklerde
nerede yitirdik irem düşlerimizi
kim bulur bizi bunca kadavra arasında
fesleğen açıyor ölüm
ayaklarımızın altında

bir ülke
onlarca şehir
binlerce kasaba
sokaklarında terkedilmemiş çocuk gülüşleri
bahçeler dolusu hercai sevinçleri
kurşun geçirmeyen bir dünya olmalı
tanrıların düşlerinde unutulmuş...

-bakışların neden sisli nayino-


20 aralık 2011 braunschweig
nuriye zeybek

nayino (1)



















nayino (1)


sahi geç mi kaldık dumanlı yaylalara
cerenleri göç eylemiş mor sümbüllü dağların
güneyler küsmüş turnalara neylersin
bir sen kalmışsın bir ben ardı sıra yılların
bir de geç kalmışlığımız avuçlarımızda

heybemize umut yükle nayino
kıyısı kırılmamış bir gülüş
bir alaca şafak
tuz ekle yaramıza
çakıl taşlarına kanımızı bırakacağız
tırnaklarmızı parçalayıp kayalarda...

bakir değil dokunuşları ömrümüze
tersden esen rüzgârın
yitirmiş masumiyetini mevsimler
salkımsöğüt dallarını kırmışlar çoktan
ağlama nayino...

dudaklarında ne çok matem birikmiş
ne çok sitem kusuyor gamzelerin
gözlerin senin mi nayino
yeşilini çalmışlar...

tutuşmuş parmaklarıma bak
dokuz ateş tutuyorum ellerimde
dokuz kıvılcıma rehin tenim
dokuz ihanet çöreklenmiş sırtıma
ısıt hançerini gecenin
son bir ateş yak nefesinle
üşüyorum nayino...

gözlerime bak
gözlerim anka çığlığı
iki kızıl deniz
iki ıslak çukur ölü düşlerimize
eğil nayino
öp sevdamızın kanlı dudağından
kül yağacak saçlarımıza
yanacağız birazdan...

sola ağıyor gece siyah tüllerin altından
ay tenhasına çekilmiş yıldızlar
başımızda dönen karartı
alıcı kuş mu ola
sudaki bu sinsi gölge tekin değil
tekin değil boğulup gelen bulutlar
bunun ardı afat
bunun ardı vurgun
uyan nayino
öleceğiz birazdan...

17 ekim 2011 braunschweig
nuriye zeybek

30 Nisan 2011 Cumartesi

erik ağacı


















erik ağacı


zamansız mevsim sarmalında
nöbetleşe yokluyordu hüzün
bir erik ağacı üşüdü
bir de ben bugün

bende uykusuz yeşeren düşler vardı
onda erkenci tomurcuk

uzaklarda dokuz boğumdu ayrılık
gözyaşı dokuz düğüm
bir erik ağacı ağladı
bir de ben bugün

yürüdüm kördüğüm umarsızlığa
ardımda uzayan virane gölgem
yılgın omuzumun ahı yabanı
kendi ağırlığında ezilen gövdem

buz yontuyordu ıslığım
dudağımda dem tadı

sokak çıkmazında ıslaktı kaldırım
avlağında can kovalıyordu ölüm
bir erik ağacı kurudu
bir de ben bugün

o kar dökümlü dallarına yandı
ben yâr yükümlü sevdalara

-hasretime kızıl yağdı çiy kırıkları-


nuriye zeybek
27.04.2011
(yeniden düzenleme)

29 Nisan 2011 Cuma

gurur























gurur

sevgili
itirafçı duygu güncesi şiir
dilimde çeyrek asır tutsak bir imgeyken adın
kopup gelsem alev kırığı yangınlardan
yağmalasam tutkulu gözlerini
kokunu doldurup akşamcı kadehime
yudumlasam
sokuluversem nefes yanığı gecelerine

ben ki
ürkek gölgeme yumulan uykusuz kedi
kazısam yürek çeperlerine
son sevda masalı son ritüeli
sağırlığın duyar mıydı
çözülür müydü buz yanın
bozdurup yeminini

çoğul volkanlarda çoğalıp gelsem sana
ısıtsam zemheri ellerini
göçmen göklerinde tutulsam özlem sağanağına
yağsam toz duman diyarına

hani üşümek varken kirpiklerinde
ve inadına dokunmak
inatçı yüreğine

esrik yanımla girsem uykularına
silebilsem korkulu düşlerini
gururun prangasından kurtulur muydu aşk

gurur ki
hüzün kerevetinde bir ileri bir geri
gerili yay zulasında baldıran sarılı ok
ve gözaltı acıların tuzu biberi


nuriye zeybek
24.04.2011
(yeniden düzenleme)

18 Nisan 2011 Pazartesi

dönence


















dönence


desem ki
eskitilmiş imgelerin... koşulsuz sevgilerin
yağmalanmış şiiriyim

hüzünlü yağmur bulutuyum
sağanak topluyorum
kentimin kırılgan topraklarına

ege'de kurumuş zeytin dalıyım
kendi kabuğuna yabancı
kendi masalından korkan çocuğum desem
söyler misin o türküyü
'pencereden kar geliyor...'

aşkı parçalara ayıranım
söylemiş miydim
tek parça gelir pişmanlık
bir gurbet türküsünün en koyak ezgisinde
ihbarsız düşer kıyılarına
son kurşundur en son söz
vurulmuş yanlarını saklayarak kendinden
ve yara gibi büyüterek yalnızlığı
acıya ağarsın gecenin kör yerinde

diğer yarım
ne çok maviydi düş evim
ne çok yeşil
ne çok nehirdi gözlerin
tufandan önce

oysa
başka bir iklim olmalıydık biz
başka bir mevsim
iki hercai menekşe
tüm renklerden bağımsız
iki ayrı daldan başkaldıran güneşe
çınar gölgesinde iki piç sürgün
dikeni sevmeliydik gülden önce
kanamayı öğretmeliydik parmaklarımıza
sızlamayı yüreklerimize

sevdiğim
erken çiçeklendik yalancı baharlarda
kapat pencereyi... kar gelmesin
ışıksızlığa arala perdeleri
nicedir dilinde üşüyen türküyü söyle

-şimdi ne yana dönsem çürümüş insan nefesi-


17 nisan 2011 pazar
nuriye zeybek

11 Nisan 2011 Pazartesi

söylence


söylence


ben geldim ida
yangınlardan arttım da geldim
saçlarım kül tufanı
is kokan ellerimi tanıdın mı

görüyor musun
gece ayininde şeytan
masumiyeti boğuyor kutsal kadehinde
dudakları lanete aralanmış kâhin
yeni savaşlar fısıldıyor yeryüzüne

uyan ida
kötülüğün oğlu doğacak güneşten önce
hangi çağdan geliyor bu uğultu
bizden değil bu rüzgâr
zehre bulanan oklar
bu kör karanlık bizden değil

dinle utançsız suskuları
venüs'ün ayak izlerini siliyor kumsallarından
sularında yıkanıyor anka çığlığı
ve kehanet kusuyor sunaklarına
ihtirasla bilenen olympos tanrıları

inanma ida
tanrılar yalan söylüyor
çoktan vazgeçti troya atı
yenilmiş bacaklarından
istiridye kabuğunda küf tutuyor ihtişamlı söylence
parıltılı maskesini soyunsa afrodit
çürümüş kan fışkıracak
yüzümüze

duyuyor musun
ay çekiliyor geceden
kurtlar iniyor kıyılarına
kolla aşkı ida
al bağrına
verme yeşilini zeytinin
kaldır eteklerini
ihaneti bulaştırma
kuyruk acısı bu uluma
bu lağım kokan salya

efsane gülüşe kanma
son şarkının son nefesinde vuruldu çiğdemlerin
son tohum pan'ın kavalından düştü toprağa
hançerlendi düş evinden
zamansızlığın ruhuyla buluştu patalena

eğil ida
yamaçlarına dökülen gözyaşlarımı topla
inanma
inancı sömüren tanrıların isterik yalanlarına


10 nisan 2011
nuriye zeybek

21 Şubat 2011 Pazartesi

biraz sonbahardınız


















biraz sonbahardınız


biraz sonbahardınız
ne çok severdiniz harami rüzgârları
güz gülleri açarken gamzeler
yeşile yasaklı dallarınız
yaprak dökerdi en kuytunuza
bir bulut saklardınız gözlerinizde
hüzünlü şarkı gibi
yağardınız geceye

güneylere meylederken
ne çok hazana tutukluydu ayaklarınız
gezinir dururdunuz arka bahçemde
turnalar göçerdi düşlerimden
veda yorgunu gülüşünüzde bin bir sitem
eteklerine rüzgâr toplayan kadınlar

biraz fesleğen kokardınız
yüzünüz dört mevsim hüzün
anaydınız
kadınlığı yağmalanan

annem kadar cesur
ablam kadar yenik
asi değildiniz benim kadar hiç biriniz
sabrı kundak yapıp
yoksul gölgenizde
sevgiye aç bebeler emziren
gözleri bahar elleri çiğdem
tomurcuk memede umuttunuz

sadık yârdiniz
toprak kadar tanıdık
yokmuş gibi yaşardınız
sürgün yüreklerde
dişleri acıya milyon kez sıkılmış
otayamadığım yara
şiryanda kuruyan kandınız

namustunuz
namert diline perdesiz ev oldunuz
milyon kez
alnımın ortasında vuruldunuz
küfür küfür savruldunuz ahraz dağlara

kadındınız
kendi tenine yabancı
dilsiz ağıttınız
kına kokan türkülerde
saçlarınıza mevsimsiz düşen kırağı
tüm zamanlara mühürlü dudaklarınız
kırık aynalarda parçalarken yüzümü
ne çok batardınız can evime
biraz sonbahardınız
benim gibi
sapsarı susardınız
kifayetsiz şiirlerde

-şimdilerde toprak da ihanet eder oldu kendi özüne-


14 şubat 2011
nuriye zeybek

4 Ocak 2011 Salı

mor hüzün

















mor hüzün


mor bir hüzün indi karakış akşamına
kendi alevlerinde üşüdü ateş çiçekleri

zangoçları yorgun çanları suskun uzak kulelerin
sisli sokak lambalarına asılan ışığım donuk
şehrin yalnızlığına gömülü çocuksu yüreğim

kar duvaklı çatılarda gri bulutlar gibi çoğalan
serçeler
ürkek ve telaşlı alıp başlarını nerelere gittiler

maziden topladığım çileli yollar
binlerce kez yaşanmış ömür kadar kaygan
ruhum kadar kırılgan dökülüyor gözlerimden

-tanıdık yangınları yoklayan sol yanım
kül olmayı da öğrenir elbet-

zaman girdabında boğulan bu kaçıncı düş
bu kaçıncı bahar
buz kırığı sularda titreyen salkım söğüt gölgesi
yoksa seni de mi dallarından vurdular

küf kokulu korunağında zehir biriktiriyor
geceye akrep
kurşun gibi hayal kırığı döküyor umuda
son mevsimde son tufan

ilk değil kutsal bağımdaki bu yağma
bu harami vurgun ilk değil
şimdi çok uzağındayım mutlu coğrafyanın
müzmin yarayım batık kentin kuytularında
gayrı dört yanım çalkantılı deniz
ah düşlerim
yok olmayı çok mu istediniz


31 aralık 2010
nuriye zeybek