14 Aralık 2009 Pazartesi

düş dönümleri




zeytin yeşili düş dönümlerinde
ida`nın gölgesi yürür gecelerime
çiğdemli yamaçlarıma vurur
                        tanrıça şarkıları
yakamoz gülüşlü antik kent uğultusunda
zamansızlığın kucağına doğar afrodit
sancılı köpük çığlığı yudumlar
                        sensiz kumsalım

başıbozuk deli bir rüzgâr gelir
                        temmuz akşamlarından
gün sızımı adını fısıldar kulağıma
tenime dökülür sızım sızım
                        yakınsızım
                        can sızım
deniz soluklu vurgunluğun
binlerce kez yoklar yüreğimi

kırılgan bir yıldız kopar
                        karanlığın rahminden
pusarık anılar demlenir çayımın buğusunda
bardağımda gülümser ay haleli gözlerin

yanık ege türküleri sarıp yaralarıma
kekremsi hüzünlerini içerim
                        körfez düşlerimin
mavi dalgalarla gelir özlem
yağmacı taşkında boğulur kirpiklerim
hayalin titrer mum ışığında
ellerin nerde sevgilim



14 aralık 2009
nuriye zeybek

11 Aralık 2009 Cuma

KIRKINA YAKLAŞIRKEN AÇILAN PENCERE

    
       İnsan, kırkına yaklaşırken, bugüne kadar bakmadığı bir pencereden bakıyor yaşama. Gençken önünde açılan pencere hayallerle süslenmiş, renk renk çiçek bahçeleri gibi duruyor karşısında.
       Ve sen; sana muhteşem tatlar, kokular sunan bir dünyada buluyorsun kendini. Bu muhteşem tatlar ve kokularla uyuşuyor bilincin. Acıların, kırılmaların ne kadar büyük olsa da öylesine duyumsuzsun ki, eşik ötesine taşıyorsun bu türden duygularını. Zaman zaman, “Ben buradayım,” diye kaldırsalar da başını, aldırmıyorsun. Sana hafif geliyor. Gençsin, kuvvetlisin, ölümün adını bilsen de Kafdağı kadar uzakta olduğunu düşünüyorsun. Öylesine bir sarhoşluk ki yaşadığın, ölümsüzlük iksirini elinde sanıyorsun.
       Hedeflerin büyük, yapmak istediklerin çok ve sen, hoyratça harcıyorsun sana sunulan tüm sevgileri. “Nasıl olsa yenileri gelir,” diye düşünüyorsun. Kırdığın dost kalpleri bir kutuya hapsediyor, yaşadığın her acıyı, her sevinci bir kenara yazıyorsun. “Bir gün tekrar okurum,'' diye düşünüp bırakıveriyorsun yaşam ırmağının kıyısına. Çoğu hedefine ulaşıyorsun. Yapmak istediklerinin çoğunu yapıyorsun. Başarmak istediğini başardığında, listene yeni hedefler ekliyorsun.
       Önünde sonsuzluğa uzanıyor yaşam. Onu, öyle uçsuz bucaksız görüyorsun ki, korkmadan yürüyorsun. Sırtında taşıdığın çuvala, her gün gördüğün, yaşadığın ne varsa dolduruyorsun. Yükün hafif, sen kuvvetlisin. Daha başındasın yolun. Çuvalına koyduğun her bir avuç tecrübe, her bir gram sorumluluk, insan olmayı öğretiyor sana. Öğrendiğin her bilgiyi, yaşama ve insana dair bulduğun ne varsa atıyorsun çuvalına. Ayıklamadan doğruyu ve yanlışı, biriktiriyorsun. Yaşadığın her an, her saniye gram gram dolarken çuvalına, dönüp bir bakıyorsun ki, yolun ortasındasın. Yükün olabildiğince ağır. Ayıklamadan biriktirdiğin doğrular, yanlışlar, günahlar ve sevaplar çoğalmış. “Keşke,” diyorsun, “Bana sadece yararlı şeyleri alsaydım; acıları, hataları, kötüleri ayıklasaydım.” Ama artık sen yolun ortasındasın. Sırtında taşıdığın çuval oldukça ağır, kuvvetin azalmış, yolun sonunu görüyorsun önünde.
      Arkana dönüp bakıyorsun, yalancı bahçe içinde renk renk hayaller. Kokusuyla, tadıyla, ışığıyla gençliğini görüyorsun orada. Elini uzatıyorsun, erişemiyorsun. Yıllarca umutla avuçlarında taşıdığın, ölümsüzlük iksiri sandığın, meğer bir kum saatiymiş. Oysa sen, o yalancı bahçede yalancı nimetleri tadarken; sarhoşken zevkten neşeden, her bir adımında binlerce adım geride bırakmışsın yaşamı. Sen, sarhoşken genç, gençken sarhoşmuşsun. Öylesine uyuşmuşsun ki, acılar çok acıtmamış canını. Öylesine uymuşsun ki, hissetmemişsin kanayan yaranı. Ayılıp yolun ortasına geldiğinde; yükün ağır, bedenin yorgun. Ölümsüzlük iksiri sanarak elinde tuttuğun kum saatinde, her nefesinde tükeniyor zaman. Zaman içinde zaman öğütüyor sevimli oyuncağın.
       Önünde açılan başka bir pencere şimdi. Artık dünyaya başka bakıyorsun. Görünce yaşlı birini, için yanıyor, acıyorsun. Kaç gün, kaç ay, kaç yıl daha yaşar, yüzü kaç yaşanmışlık izi taşır, sayıyorsun. Yaşamın rengi, bu pencereden griye çalıyor. Seviyorsun bu griyi, barışıyorsun kendinle.
       İnsan, kırkına yaklaşırken, ayık kafayla bakıyor yaşama. Özüne dönüyor, biliyor kendini. Çırılçıplak yargılıyor insansı duyguları, içsel duyumlarını. Vefa arıyor bu yaşta insan, dost arıyor. Sahte dünyalardan arınmış, sahte sevgilerden yorulmuş oluyor.
       İnsan, kırkına yaklaşırken, durulmuş oluyor. Dörtnala giden yaşamın arka bacağına tutunmuş sürüklenirken, itiraz hakkının olmadığını biliyor.
       Mademki yaşamı durdurmak elinde değil, mademki yaşam seni hangi durakta bırakacak bilmiyorsun, o zaman kabulleniyorsun. Aynada sana bakan aksinle kavga etmekten vazgeçip, yüzündeki çizgilerle dost oluyorsun. Durgunsun alabildiğince, dinginsin, olgunsun. Önceden kızdığın, hop oturup hop kalktığın, şimdi dudaklarına yerleşmiş içten bir gülümseme.


25 Aralık 2006
Nuriye Zeybek

2 Aralık 2009 Çarşamba

eylülün görkemi


















eylülün görkemi


her eylül sinsice iner hüzün
                           bir yağmur damlasında
ayaklarımı ağlatırken ıslak toprak
ben mantar gibi yalnızlık çoğaltırım

kehribardır kirpiğime bulaşan
duygularımsa kanlı eylem peşinde
katledilmiş gülüşler
dudak kıvrımında kanar
                           usulca

ölümün rengi acep sarı mı ola
neden sokulur böğrüme gidenlerin acısı
tam bu noktada tınısı bozuk bir arya
                           yükselir yüreğimden
göğün karnına saplanır gri bir keder
ve başlar üzerime yağmaya gri sağanaklar

jilet gibi bir of fırlar dilimden
                         doğrar görke dağları
ne var bu eylülde bilmem
ağaç dipleri gizli gömüttür
ve her gömüt bir ayrılığa örtülür

ne çok ayrılıklar biriktirmişim eylüle özel
memleketi de eylülde terk etmiştim ben
o gün bu gündür bir of derim
                           ağlar görke dağlarım
bir kızım daha olsaydı adını eylül koyardım
teni sonbahar kokardı
rüzgâr tarardı saçlarını
                            o rüzgâra koşardı
                            süt gibi ak olurdu alnı
ıslak bir bulut saklardı gözlerinde
eylül gibi görkemli bakardı

yine eylülün görkemi sarıyor yaprakları
kiraz mevsimine ne kadar da uzağım şimdi
güneş korkak dokunuyor saçlarıma
yürüyorum, sarı gölgeler bırakarak
                            ardımda

ne var bu eylülde bilmem
kırlangıçlara ağıt yakıyor ağaç kovukları
bir öksüzlüğüme bakıyorum
                           bir kırlangıç katarlarına
avuçlarımda yine günü geçmiş selamlar
biriktiriyorum... üşüyorum
                           tenimde eylül sonatları


15 eylül 2008
nuriye zeybek

beni de alsan ya yanına

beni de alsan ya yanına
sen gittiğinde
biraz daha çoğalıyorsun içimde
bir taşa yaslar gibi sırtını
hayaline yaslanıyorum
hele de akşam olmuşsa
ve sen yoksan
etimi çiğniyor gece
karanlık dişlerinde

beni de alsan ya yanına
ah benim karmaşığım
sen gittiğinde
yıldızları sürüklüyorsun peşine
çıplak kalıyor gökyüzüm
sanki sol yanımdan bir şey sökülüyor
gözlerinde giderken ay ışığım
ey sevgili
sensiz ışıksızım
ışığımı getirsene

beni de alsan ya yanına
küçüğüm
karınca başı kadar küçük
sığarım inan ki cebine
gamzene batır beni sevgili
hani sol yanağındaki çukura gömüleyim
saklanayım
kimseye görünmeyeyim
beni her düşündüğünde
irem misali
sana gonca güller vereyim


nuriye zeybek

ardından

sen gittin
bir şehir yanıp kül olurken ardından
ben buz tutmuş nehir gibiyim
renklerim dondu
bugün ellerimi koyacak yer bulamıyorum
parmaklarımdan yokluğun akıyor
sahi ne işe yarardı ellerim
şimdilerde daha çok tütüne kokuyor

öyle özledim ki gözlerini
baktığım her yer
tepeden tırnağa kahverengi

sen gittin
şimdi gözyaşlarım kadar saydam
kaldırıma bıraktığım ayak izleri
bu kadar anlamsız mıydı bu şehir
bu evler, arabalar, insanlar
zamanın yonttuğu hayatlar
köhne sokaklardan geçiyorum
ayaklarımı acıtarak
sensizlik sağıyorum bulutlardan
sen nerdesin sevgili

sen gittiğin günden beri
içime kanıyorum
en gülen yüzümü giyinip
gülüşler basıyorum acılarıma
sen geliyorsun aklıma
bölünüyorum

sen gittin
demirden koza örüyor yalnızlık etrafıma
bir adım kala umuda geri dönüyorum
hadi gel diyeceğim
sinsi gurur duruyor boğazıma
şimdi diyorum
kara bir taş gerek bana
iz bırakmak için bağrıma


nuriye zeybek

acılara inat

sonra güleceğim ben
daha erken
önce gelincik yüzlü çocuklar gülecek
sonra ben

önce elleri bereketli analar gülecek
sonra sofradaki ekmek
sonra memleket
sonra ben

göveren acılara inat
içimde böyle doludizgin türküler büyütmüşken
oy gülüm
umut gamzende açan yediveren

sonra güleceğim ben
daha erken
önce şu karabasanı alın üstümden
bu emperyalist pis çığlık
bu hangar dolusu ağıt
bu taze kan sızarken düşlerimden
oy gülüm
bir yarım cehennem kuyusu
bir yarım irem


nuriye zeybek